Ak Bulutlar Getirdim Armağan Karayazı’dan

Nazmi Öner

Ak Bulutlar Getirdim Armağan Karayazı’dan
Yayınlanma

Bu geziden ne elde ettim? Ne kazandım ne kaybettim? Karayazı dönüşü geriye ne getirdim, diye düşündüğüm zaman kaybım anılarımdaki eski Karayazı olurken yeni Karayazı’yı kazanç olarak kabullenmeli miyim bilemedim. Güneşli ve serin iki karayazı gününde hep ak bulutlar dolaşıyordu gökyüzünde ki bu benim armağanım olsun Antalya’ya diye düşündüm.

Şimdi koltuğumda gözlerimi dört açarak Karayazı’da 2500 metreden Muş Ovasında 1600 metrelere dek düşen doğadaki yüksekliğe bağlı değişimleri gözlemem gerekiyordu. Onu için de 60 yıl öncesinden kopup günümüze ve önüme bakmam gerekiyordu.

Hınıs’ta yükseklik 1700 metreye dek düştüğü için burada bitki çeşidi çok artmış olup Hınıs yeşillikler içinde şirin bir ilçeydi. Küçücük garajında köylere ve yakın yerleşimlere giden minibüsler içi içe girmiş vaziyette olup Varto minibüsünü bulup ön koltuğa çantamı koyarak yerimi ayırmış oldum. Çünkü en iyi fotoğraf çekebileceğim yer ön koltuktu.

Karayazı’da bindiğim bu İzmir arabasıyla Hınıs’a kadar gittim. Erzurum’un bu iki ilçesi arasında yüksekliğe bağlı olarak bitki örtüsünün nasıl değiştiğini fotoğraflarla belgelemeye çalıştım. Karayazı’da çayırdan başka hiçbir şeyin olmadığı 2500 metre yüksekliklerden aşağıya inildikçe ağaççıkların 2000 metrenin altında ağaç haline geldiği ve araya bazı tarım ürünlerinin de girdiğini görüyordum.

Bindiğim bu araba Muş’a uğramadan gidiyormuş. Onun için Hınıs’ta indim. Fakat Hınıs’tan da Muş’a direkt araba bulamayınca önce Varto’ya oradan da Muş’a giden bir otobüsle Muşa gittim. Karayazı Hınıs arasına göre Hınıs Varto arası biraz daha engebeliydi.

Fakat Varto’da yükseklik biraz daha düşerek 1600 metrelere dek inerek ürün çeşidi artarken kuraklık da artmaya başladı. Varto’dan sonra da bir süre devam eden engebeli arazi Muş Ovasına çıkınca ufuklara dek açıldı.

TÜRKÜLERDE OVALAR

Türküler

Pamuk tarlası, pancar çapası

Ovalar ırgatlarla dolar.

Aşk uğruna hak uğruna

Yola çıkanlar

Sarı sıcak başaklara

Ağanın, eşkıyanın zulmüne

Türkü yakarlar.

 

Suya hasret

Anadolu’da ırmaklar.

Yazlar sıcak

Kışın gönüller kurak

Yaşama can suyu türküler.

Nehirlerden alın teri akar.

Boşa çıkan emekler, boş eller

Türkülerle dolar

Karayazı’dan geri dönüş

Nazmi Öner

 
Karayazı’dan geri dönüş
Yayınlanma

Sevgili okuyucularım. 19 Ağustos 2024 tarihinde Burdur’dan çıkıp Yozgat’tan başlayan bu yolculuğun çok uzadığının farkındayım.

Ayrıca gezinin yapıldığı yaz mevsimi ile yazının yayınlandığı kış mevsiminin çeliştiğinin ve hatta bir yıl sonra tekrar yaz mevsimine gelindiğinin farkındayım. Bu yüzden dönüşte geçmiş olduğum Muş, Bingöl, Elâzığ ve Kayseri’de yazıyı çok kısa tutacağım ve buraları yazılı anlatımdan çok resimlerle anlatmaya çalışacağım.

Karayazı’da saat 10.30’da Esadaş otobüs firmasının yazıhanesine geldiğim zaman önce bu durum bana normalmiş gibi geldi. Fakat bir anda zaman 60 yıl öncesine dönünce durum çok ama çok acayipmiş gibi gelmeye başladı. Nasıl bu denli büyük bir değişim gerçekleşebilmişti?

Otobüsün gelmesine yarım saat vardı. Şimdi Hınıs, Varto Muş tarafından Batı Anadolu’ya gideceğim. Oysa 60 yıl önce tek seçenek Erzurum’du. Ve Erzurum’a gitmek, özellikle kış aylarında Erzurum’dan İstanbul’a gitmekten daha zor, daha uzun ve daha pahalı bir yoldu.

Örneğin 1965 yılının şubat ayında yarıyıl tatilinden istifade Burdur’a gitmiştim. Önce Zorova’dan Karayazı’ya yürüyerek geldim. Karayazı’dan Mescitli 40 kilometre olup yokuşlar yürüyerek inişlerde ve düz alanlarda kızakla mescitliye altı saatte gelebilmiştik. Ve ücret kilometresi iki liradan 80 liraydı. Oradan Hasankale kamyonu 60 kilometre 60 liraydı. Oysa Burdur’dan Erzurum 2. Mevki bilet ücreti sadece 68 liraydı.

Ayrıca kamyon yolculuğunun garantisi de yoktu. Zaten bu yolda sadece Deli Selo dedikleri bir kamyoncu çalışabiliyordu. Çünkü yol diye bir şey olmadığı için bazen kamyonun Aras nehrinin buzları üzerine indiği bile söyleniyordu. Fakat Deli Selo bu arada sürekli gelip gittiği için karda kamyonun geçebileceği yerleri bildiği kabul ediliyordu.

Otobüs gelene dek 60 yıl önceki yolculuklarım gelip geçti aklımdan. Bu kızaklı kış yolculuğu ve sonbaharlarda koyun, sığır ve yük çuvallarıyla kamyon kasasındaki yolculuklarım.

Derken otobüs gelince uykudan uyanır gibi 60 yıl geri dönerek günümüze geldim. Otobüste yerime oturarak Karayazı’dan dönüşü başlattım.

Gece evime eşkıya geldi

Nazmi Öner

 
Gece evime eşkıya geldi
Yayınlanma
2Paylaşım

Aralık ayının ikinci haftası biterken cumartesi sabahı tuvalet için dışarıya çıktığım zaman fırtınanın dinmiş olduğunu gördüm. Sanki 14 gündür delicesine esip savuran o değildi. Hava oldukça dingin, güneş ışıkları karda yansıyarak sanki olması gerekenden çok daha fazla bir aydınlık sağlıyor, ufka kadar her şey çok net olarak görülebiliyordu. Fırtına sonrası bu güneşli aydınlık ortamda kendimi kıştan bahara çıkmış gibi hissetim.

Tuvalet için okuldan biraz uzaklaşınca ileride tezek yığınının (tezek galağının) arkasında saklanmaya çalışan iki kişi gördüm. Ben biraz o tarafa doğru yürüyünce onlar önce bir durakladıktan sonra bana doğru geldiler. Sanırım ısı eksi 20 derece civarındaydı ama adamların ter içinde olduğunu gördüm.

“Nedir bu haliniz? Bu soğukta böyle ter içindesiniz” diye sorunca birisi “Siz öğretmensiniz galiba” dedi.

Ben “Evet” deyince de anlatmaya başladı.

“Sorma hocam. Biz kaçakçıyız. Köye girince izimizi kaybettirdik. Ama jandarma peşimizde” dedi.

“Eşyanız nerede?”

“Şu tezek galağının içine sakladık.”

“Teriniz soğuyacak hasta olacaksınız gelin okula. Sizi okulda kimse aramaz ve bulamaz” dedim.

***

Ertesi gece masamda oturmuş haşlanmış patatesleri tuza banıp yerken dışarıdan bir ses geldi. Odadan çıkıp dış kapıyı açmadan:

“Kim o” dedim; “Selahattin Çeçen” deyince içimde derin bir korkuyla irkildim. Bir an için sonum geldi galiba diye düşündüm.

Eşkıya Sulho benimle ne alakaydı? Bedenimden beynime yayılan korku dalgasının ortasında bir güven duygusu belirdi. Çünkü Suho’nun bugüne dek hiç kalleş ve fırsatçı bir davranışını duymadığım için korkum hafiflese de tam geçmedi.

Benim her yerde ağa ve ağalığa, eşkıya ve eşkıyalığa karşı konuşmalarım kulağına mı gitti acaba? Önce bir kararsızlık yaşadıysam da aynı anda “Çaresizsin, yüzleşeceksin, iyi kötü her neyse” gibi düşünceler gelip geçerken beynimden, elim farkında olmadan kapının arkasındaki dayakları kaldırıyordu.

“Ben buyurun” derken o da “İyi akşamlar hocam” diyerek içeri girdi. Hocam sözü beni biraz rahatlattı. Ayrıca bir elinde bir koyun budu, öteki elinde de küçük bir bakraç vardı.

Tüm Sorunlarım Bir Anda Çözüldü

Nazmi Öner

 
Tüm Sorunlarım Bir Anda Çözüldü
Yayınlanma

Hani eşkıya deyince saçı sakalına karışmış, pejmürde kıyafetli, acayip giyimli vahşi birileri gelir ya insanın aklına o yüzden gördüğüm manzara beni iyice şakına çevirmişti. Selahattin o günlerin modasına uygun üç düğme ceket, dar paça pantolonu, yani ütülü takım elbisesiyle, gayet şık paltosuyla eşkıya değil bir şehir beyefendisi gibiydi. Onun için sandalyede oturmasını istemiştim. Çünkü ben pijamalarımla duruyordum.

Ben neredeyse kendimden geçmiş şaşkın bakarken, bakracı masaya koydu. Eti bana uzatırken:

“Hocam ben sana teşekkür etmeye geldim. Benim adamlarımı okula almış ve jandarmayla anlaşmalarına yardımcı olmuşsun” deyince iyice rahatladım. Sandalyeye buyur ettim.

“Hayır, orası senin yerin” deyip geçip yere oturdu.

Gazyağının azaldığını görünce aslında kasım ayı başlarında kaldırmıştım gazocağını. Ama bu özel misafir için gazocağını çıkararak hemen çay koydum. Çay içerken biraz sohbet ettik. Herhangi bir sorunum olursa kendisine bir haber uçurmamın yeterli olduğunu söyledi. Sanki dağların fatihi Sulho o değildi. Alçak gönüllü, samimi ve saygılıydı. 40-50 dakika kadar sohbetten sonra müsaade isteyip çıkıp gitti.

Ertesi gün öğrencilerimin hepsi de okula geldi. Ne devamsızlık sorunum kaldı ne de köylülerle bir sorunum kaldı. Bu olaydan sonra köylüler beni köyden ve kendilerinden birisi olarak kabul ederken, ben onları oldukları gibi, onlar da beni kimlik ve kişilik farklılıklarımla olduğum gibi kabul ediyorlardı. Aslında çok iyi insanlardı. Bundan sonraki bir buçuk yılı onlarla köyün bir ferdi gibi sevgi ve saygımızı kaybetmeden kardeşçe geçirdik. 1966 yılı Mayıs sonlarında beni uğurlarken de köylerinden birisini askere ya da Almanya’ya uğurlar gibi uğurlamışlardı.

Okulun anıları biter mi hiç. Başka bir gün ekmeğim bitip fırtına bitmeyince tam bir hafta çiğ patates yiyerek hayata tutunmaya çalıştığım günleri anımsıyordum ki, Karayazı’ya geldiğimizi fark ettim ve Zorova’daki yıkılmış okulumun hayali odasından ancak o zaman çıkabildim. Aklım fikrim anılar.

YARINLARDA ANILAR

Oysa insan yarınlarında

Bu denli saygısız olmamalı anılarına

Örneğin: tutup gaz lambasını saklamalı

Lambanın bacasından sigarasını ateşlerken

Saçlarının ütülenişine anı.

 

Gecede bin bir kadın kurduğu

Keçeleşen eski döşeğini saklamalı…

Özgürce dolaştığı hayal ülkelerindeki

Melekleşen hayal kadınların

Karanlık saç demetlerine

Sıcacık bir yuva olsun diye.

 

Sonra da tutup tabakasını saklamalı

Hoş içimli Muş Tütünlerinden dolanan

Sigaraların sevincine

Yarınlar anıları unutturmamalı.

04.05.1966 Zorova (Yalnızlık, Gece ve Karlar’dan)

Okul Yıkılmış Yok Olmuş Ama Anılar Ayakta

Nazmi Öner

 
Okul Yıkılmış Yok Olmuş Ama Anılar Ayakta
Yayınlanma

Yalnızlık, gece ve karlardan oluşan bir yaşam standardı içinde, ideallerime sımsıkı sarılarak, sonu belirsiz günlük bir yaşam içinde yuvarlanıp giderken yorgan omzumda, ben masanın başında yazıyor yazıyorum. En çok da yaşantıma en çok egemen olan gece ile yalnızlığı yazıyorum.

Gecelerin bitimini kuran

Bir küçük sevinç gezintisidir yalnız.

Köklerinin ölümünde

Yaprakları yitik bir ağaçtır yalnız.

Gecenin köpek seslerinde

Kulaklarımıza gelmedik bir uzaktır yalnız.

Doğaldır ki her şeyin nedeni ve sonucu olan karları da unutmak olanaksız en çok yazdığım konulardan birisi de karlar.

BEYAZ

En tatlısı ve en kapsamlısı renklerin

Hem de ak gerdanıdır sevgilinin

Düşlerinin süsüdür her gelinin

Simgesidir umudun, geleceğin

Baharda erik çiçeğinin

Oysa beyaz, benim kefenim.

 

En pak ve en temizi renklerin

Aradığı, özlediği, beklediği herkesin

Rengidir sütün, gülüşün, dişlerin

Simgesidir dürüstlüğün, açıklığın, temizliğin

Yollarımı kapatan kardır beyaz

Benim için beyaz bir kefen

Dünya ile bağımı kesen. (Yalnızlık, Gece ve Karlar’dan)

Akşam saat 2100 sıralarında oda iyice soğuduğu için yorganı sırtıma bürünüp kitap okurken bir silah sesiyle irkiliyorum. Mermi camı kırıp karşı duvarda iz bırakmıştı. Bir an için masanın altına doğru eğilerek gayri ihtiyari korunma moduna girdiğimi fark ettim. İlk bir saat kadar korku, şaşkınlık ve heyecanımın etkisiyle sakin ve mantıklı düşünemedim. Sonra yatağı pencerenin dibine çektim. Yani tekrar silah ateşlenirse ben pencere seviyesinin altında kalacağım için mermi üstümden geçip gidecekti.

Yatağa girerken biraz tedirgin olsam da ideallerim her tür tehdit ve tehlikeye baskın geliyordu. Üç gün böyle devam ettikten sonra hafta sonu gece yarısı karşı duvarda bir mermi daha patladı

Mermi kırık camın yerine çaktığım kartonu parçalamıştı. Onu tamir edip yattım. Sabah kalktığım zaman pencereden dışarısı görünmüyordu. Sabaha kadar yağan kar çatıda biriken önceki karla birlikte kaymış ve yerden tavana kadar okulun kuzey duvarı karın içinde kalmıştı. Sanki doğa beni korumak için pencereme kurşungeçirmez bir kar duvarı inşa etmişti. Ama okula giriş kapısı da kapanmıştı. Okula gelen çocuklarla onlar dışarıdan ben içeriden karı oyarak okula giriş için bir tünel açtık.

YARINLARDA ANILAR

Yarınlar unutturur ya bunları

O günlerde ben yine

Kuruşun arkasından kurşun atarken

Ekmeksiz, erzaksız kalıp da

Çiy patates yerken

Adını sanını bile bilmediğim

Odama bir kezcik olsun

Bir hemcinsi bile gelmedik biri

Tutup da evleniverirse benimle

Yazık olur doğrusu, açlığımın günlüğüne