Aralık ayının ikinci haftası biterken cumartesi sabahı tuvalet için dışarıya çıktığım zaman fırtınanın dinmiş olduğunu gördüm. Sanki 14 gündür delicesine esip savuran o değildi. Hava oldukça dingin, güneş ışıkları karda yansıyarak sanki olması gerekenden çok daha fazla bir aydınlık sağlıyor, ufka kadar her şey çok net olarak görülebiliyordu. Fırtına sonrası bu güneşli aydınlık ortamda kendimi kıştan bahara çıkmış gibi hissetim.

Tuvalet için okuldan biraz uzaklaşınca ileride tezek yığınının (tezek galağının) arkasında saklanmaya çalışan iki kişi gördüm. Ben biraz o tarafa doğru yürüyünce onlar önce bir durakladıktan sonra bana doğru geldiler. Sanırım ısı eksi 20 derece civarındaydı ama adamların ter içinde olduğunu gördüm.

“Nedir bu haliniz? Bu soğukta böyle ter içindesiniz” diye sorunca birisi “Siz öğretmensiniz galiba” dedi.

Ben “Evet” deyince de anlatmaya başladı.

“Sorma hocam. Biz kaçakçıyız. Köye girince izimizi kaybettirdik. Ama jandarma peşimizde” dedi.

“Eşyanız nerede?”

“Şu tezek galağının içine sakladık.”

“Teriniz soğuyacak hasta olacaksınız gelin okula. Sizi okulda kimse aramaz ve bulamaz” dedim.

***

Ertesi gece masamda oturmuş haşlanmış patatesleri tuza banıp yerken dışarıdan bir ses geldi. Odadan çıkıp dış kapıyı açmadan:

“Kim o” dedim; “Selahattin Çeçen” deyince içimde derin bir korkuyla irkildim. Bir an için sonum geldi galiba diye düşündüm.

Eşkıya Sulho benimle ne alakaydı? Bedenimden beynime yayılan korku dalgasının ortasında bir güven duygusu belirdi. Çünkü Suho’nun bugüne dek hiç kalleş ve fırsatçı bir davranışını duymadığım için korkum hafiflese de tam geçmedi.

Benim her yerde ağa ve ağalığa, eşkıya ve eşkıyalığa karşı konuşmalarım kulağına mı gitti acaba? Önce bir kararsızlık yaşadıysam da aynı anda “Çaresizsin, yüzleşeceksin, iyi kötü her neyse” gibi düşünceler gelip geçerken beynimden, elim farkında olmadan kapının arkasındaki dayakları kaldırıyordu.

“Ben buyurun” derken o da “İyi akşamlar hocam” diyerek içeri girdi. Hocam sözü beni biraz rahatlattı. Ayrıca bir elinde bir koyun budu, öteki elinde de küçük bir bakraç vardı.