Okuldan Kopamıyorum
Nazmi Öner
Köyü gezerken anladım ki burada bana ait hemen hiçbir şey kalmamış. Öğrencilerimden bile bir tek Şerafettin kalmış. Sağ olsun kendisi de oğlu Emre de ellerinden gelenin fazlasıyla beni misafir ettiler. Bu yüzden onlara çok teşekkür ederim. Ama hepsi o kadar. Başka da bir şey, tanıdık veya benim geçmişime yönelik bir şey yok.
Yollar, yapılaşmalar ve öne geçen çalışma alanları ve geçim şartlarıyla coğrafya bile değişmiş. Kağnının yerini traktör aldığı gibi koyunun yerini de büyükbaş hayvancılık almış. O yüzden bana ait her şey yıkık bir binanın hayali odalarında hapis kalmış olup beni de içinde hapsediyordu.
2,5X3 metre ebatlarında toplam 7,5 metrekare hapishane hücresinden daha küçük odamdan çıkamıyorum bir türlü. Mutfak, yemek, yatak ve misafir odası olarak kullandığım bu hücre aynı zamanda benim müdür olarak defter ve dosyaları da sakladığım makam odamdı. Kasım ayı sonlarına doğru yine bu çok fonksiyonlu odamda yedi gün süren fırtınanın bitiminde Çocuklar okula gelmeyince muhtarın odasına gittim. Çocukların okula gelmediğini söyleyince:
“Hocam okul bitti. Fırtınalar başlayınca öğretmenler memleketine gider. Ben maaşlarını alıp postalarım” dedi.
Ben “Olur mu öyle şey muhtar? Türkiye’de okulların açılış ve kapanışı yönetmeliklerle belirlenmiştir. Keyfimize göre açıp kapatamayız” deyince; orada bulunan köylüler sanki doğal bir şeymiş de ben bilmiyormuşum gibi itiraz ettiler.
Köylüler kasımda kar kalıcı hale gelince okulun kapanması yasal bir kuralmış gibi savunarak çaktırmadan beni anlayışsızlıkla suçladılar. Çünkü onlara göre bu durum gelenekselleşmiş herkesin bildiği kabul ettiği bir kanun maddesiydi. Ve gerçekten haylaz mıntıkasındaki köylerdeki öğretmenlerin hepsi memleketlerine gitmiş sadece ben ve Anıtlı köyünde sınıf arkadaşım Nuri Orhan kalmıştı.
“Olmaz öyle bir şey. Ben okulu terk edemem. Bu suçtur. Ben iyi havalarda günde iki saat bile olsa dersimi yaparım” dedim.
Köylü selamı sabahı kesmiş, hakkımda iyi düşünmediklerini anlıyordum. Fakat ne yapacaklarını kestiremiyordum. Ama sonu ölüm bile olsa görevimi yapmaktan vazgeçmeyecektim. Çocukları da özlemiştim. Bir gelseler sanki beş yıllık bilgiyi bir anda aktarmak, onlara bu köyün dışındaki dünyayı tanıtmak istiyordum. Bu benim için o kadar önemliydi ki yaşayıp yaşamamam bunun yanında çok önemsiz kalıyordu.