Sscb’ni yıktıktan sonra abd, dünyanın yönetimi hepten üzerime kaldı diye, daha büyük bir sorumluluk duygusuyla afganistan’a, ırak’a, kuveyt’e ve balkanlara müdahalelerde bulundu. Tüm müdahalelerinde de haklıydı. Çünkü artık dünyanın tek patronuydu ve rakipsiz tek güçtü. Bu günün yaşanan dünyasında ise maalesef hakkı alan da, veren de, sağlayan da güçtü.
Ayrıca amerikan ekonomisi, ıvır zıvır, tekstil otomobil gibi basit şeylerden ziyade, ileri teknoloji içeren ağır silahlar ve askeri araçlar üzerine yoğunlaşmıştı. Soğuk savaş dönemi bitince, üretilen silahların ortada kalma riski bir tarafa, silah sanayinin işsiz kalma riski de vardı. Bu amerikan ekonomisinin çökmesi anlamına gelmekteydi.
Öyleyse ne yapmalıydı? Rusya’yı yeniden diriltmek artık mümkün olmayacağına göre ve yeni bir canavar yaratmanın daha büyük riskleri olabileceğinden, abd farklı düşmanlıklar yaratma üzerine kafa yormuş olmalıdır diye düşünüyorum.
Eskiden soğuk savaş döneminde bir saldırı ve savaş olasılığına karşı silahlanan dünyayı, savaş olasılıklarından uzaklaştırarak silahsızlanma yaratmak, abd ve ab gibi dünyanın silah üretim merkezlerinde büyük sarsıntılar yaratacağından, silahlanma için yeni gerekçeler bulmak gerekiyordu.
Çünkü abd ve ab’de gelirin 1000 dolar gerilemesi yerine, dünyada yılda yüz milyon insanın öldürülmesi daha uygun bir çözüm olarak algılanıyordu. Çünkü onların dışında ölen insanlar, onların ahlaki anlayışları açısından insanlığın paçavradan, safradan temizlenmesi gibi bir şeydi.
Ayrıca insanları kendileri gidip öldürecek değildi. Onlar milliyetçiliği körükleyerek savaşları başlatıp silahları verecek, insanlar kendileri birbirini öldürecek, sonra da onlar arabuluculuğa soyunup barış önerecek, belki nobel barış ödülü bile alacak, olayın vahşet tarafı savaşanlarda, insani tarafı savaşı başlatıp silah satanlarda kalacaktı. Yani en insani davranış insan öldürtmekti. İşin kahramanlığı, şanı, şerefi de cabası!
Küreselleşme denilen olgu da bu değil mi? Ama küreselleşmede doğu batı değil, sömüren ve sömürülen olacak ve milliyet cinsiyet ayrımı gözetilmeyecek. Sınır tanınmayacak. Sömürü sınır tanımaksızın, bulduğu her kazı son tüyüne kadar yolacak.
Bunun için önce bazı bilim adamlarını (tarihçileri) kullandılar. Yani bazı tarihçiler çıkıp geleceğin tarihini yazıyoruz diye, soğuk savaş sonrası için senaryolar ileri sürdüler. Ve dediler ki, yirmi birinci yüzyılda milliyetçilik yükselecek ve etnik savaşlar olacak.
Arkasından da ülkelerin kendi içinde rekabet halindeki kişi, kurum ve gruplarından bir taraf ötekine karşı kışkırtıldı; eski yaralar kaşındı. Aralar açıldı. Savaş ortamları hazırlandı.
Doğrusu ben de iyi kötü tarihle ilgili birisi olarak, doksanlı yılların başlarında bu senaryoları okuduğum zaman, işin içindeki kurnazlığı sezemediğim için hayretler içinde kalmıştım.
Neye dayanarak ve nasıl böyle bir şey söyleyebiliyorlardı. Hatta bunları ben düşünememiş olmam bir tarafa, hala akıl erdiremeyişimden dolayı kendimi geri zekalı falan sanıyordum. Fakat ne denli kafa yorarsam yorayım bir türlü aklım yatmıyor, soğuk savaş sonrasında, milliyetçiliğin yükselmesini kabul edemiyordum. Çünkü milliyetçilik komünizme karşı geliştirilmiş bir silahtı. Komünizm bittiğine göre artık bu silaha ihtiyaç kalmamış olması gerekiyordu.
Aslında 1990’ların başı, henüz 15-20 yıllık bir olay bu bahsi geçen şeyler. Ve yaşayanların çoğu bilir ki, dünyada bunun hiç bir belirtisi bile yoktu. Aksine milliyetçiliğin aşağı düşmesi ve soğuk savaşın böldüğü dünyanın daha bir yakınlaşması, kucaklaşması bekleniyordu.
Sebebi ortadan kalktığına göre silahlanma duracak, savunma bütçeleri azalacak, refah yükselecek ve dünya kurulduğu günden beri rahat bir nefes alacak, insanlar yaşamın keyfine varacak, insan olmaktan nihayet ilk kez utanç duymayacak, gurur duyabilecek diye beklentiler içeren, benim saf ve aptalca düşüncelerim boşa çıktı.
Abd’deki büyük bilim adamları ve büyük tarihçilerin büyük düşünceleri karşısında benimkilere değil düşünce demek, sıradan bir düş bile denilemezdi belki.
Peki, onlar nasıl bildi. Onlar çok, çok, çok büyük tarihçiler miydi? Ve bu geleceği yazan büyük tarihçiler neden hep abd ve ab den çıkıyor da geçmişi yazan büyük tarihçiler öteki ülkelerden çıkıyordu?
Ben bu konuda on beş sene düşündüm. Ve yeni yeni görmekteyim ki, dünyanın geleceğini bu ülkeler istedikleri gibi planlıyorlar ve planlarını da kendilerine göre tereddütsüz uyguluyorlardı. Köpeksiz bir köyde değneksiz dolaşırcasına rahat, engelsiz bir dünyada engeller, çengeller yaratarak, dışlarında kalan dünyayı, kendileri için en faydalı biçimde kullanmaya çalışıyorlardı.
Öyleyse geleceğin tarihi olarak ileri sürülen senaryolar, geleceğin tarihi falan değil, bu ülkelerin gelecek planlarıdır. Çünkü insanların kimileri geleceği planlamak, kimileri de planları yaşamak için gelmiş bu dünyaya.
Abd ben güçlüyüm. Ve savaşarak dünyadaki kaynakları halkımın istifadesine sunacağım, refah düzeyini artıracağım diyor. Savaşın acısı vahameti, dünyada tüm insanlığın kazancının yarısı savaşa da gitse, fark etmez diyor.
Ben silahlarımı satarım ve onları birbirine kırdırırım. Benden çok az asker ölür. Karşı tarafsa, isterse hepten temizlensin. O bölgede oranın kaynaklarını sömürüde kullanacağım kadar adam kalacaktır nasıl olsa. Dünyadaki açlık sefalet vs. De beni ilgilendirmez. Benim iktidar olmak için dünya insanlarının değil, kendi ülkemdeki insanların oylarına ihtiyacım var. Ben kendi milletimi düşünür, kendi milletimi memnun etmek için çalışırım. Çünkü ben milletimi seviyorum, ben milliyetçiyim diyor.
Ve hatta bu uğurda öylesine büyük aymazlıklar içine düşüyor ki, sanki kendi halkı farklı bir dünyada yaşıyormuş gibi, doğanın vahşice tahribinde bile bir sakınca görmüyor. Doğayı korumak ve dengelemek adına alınan kararlar, kazancını azaltacaksa, bu kararlara katılmıyor. Olayı dünyadaki mevcut pastadan payını almak, haklarını korumak kurnazlığına dönüştürüyordu.
Ve işte milliyetçilik de özetle budur. İçinden baktığınızda gayet masum bir haklar savunması gibi görünse de, karşıdan bakınca vahşet bu kadar açık ve net görünür. Ayrıntıda daha insafsız, daha acımasız, daha insanlık dışı, çirkef bir iştir.
Yani milliyetçi siz kendinizseniz, içindeyseniz milliyetçiliğin, karşıdan gördüğünüz gibi net göremezsiniz kendinizi. Bir amerikalı da göremez ve kendisinin bu denli insanlık dışına çıktığını fark edemez.
Dışardan gördüğü vahşetin etkisinde kalarak, kendi içinde ona karşı daha büyük bir vahşet geliştirmekte olduğunu kavrayamaz. O vahşete karşı kendini masum bir savunmanın içinde sanır.
Sonuçta da dünyadaki tüm ülkeler aynı biçimde düşüncelerle, aynı biçimde düşmanlıklar geliştirerek ve kazançlarının yarısını silahlara yatırarak, köpekler gibi boğuşup dururlar. Ama köpekler boğuşurken birbirlerini öldürmeyecek kadar asil ve soyludur.
Oysa insan, insanı öldürme konusunda dünyadaki en soysuz yaratıktır. Ve insanı böylesi soysuz yapan da milliyetçiliğin öfke ve nefret duygularıyla donatılmasıdır.
Bu yüzden de dünya ve insanlık için, türkiye ve doğa için, dünyadaki herkes ve her şey için en yakın tehdit milliyetçiliktir diyorum. “en büyük tehdit milliyetçilik” adlı kitabımdan
*geleceğin tarihini, küresel sermayenin gelecek planları oluşturmaktadır.
* kahramanlık, şehitlik ve kutsal devlet savaşların besinidir.
*mevcut dünyada hak ve adalet değil güç geçerlidir.
*öldürme konusunda insan, dünyanın en soysuz yaratığıdır.
*dünya ve insanlık için en büyük tehdit milliyetçiliktir.