ABAKAN’DAN İRKUTSK’A:

27 Haziran öğleden sonra Abakan tren istasyonuna geldiğim zaman çok büyük bir kalabalıkla karşılaştım. Asker sevkiyatı varmış. Türkiye’deki gibi burada da asker uğurlamaya ayrı bir önem verildiğini gördüm. Vedalaşmalar ve kalanların buruk duyguları, yollarda yalnızlığımı anımsattı. Bir an için: iki aydır ülkeden ülkeye şehirden şehre binlerce kilometre yol gidiyorum, ne uğurlayanım ne karşılayanım var gibi düşünceler gelip geçti beynimde. Fakat hüznüm fazla sürmedi.

Tren saat 18.20’de tam vaktinde hareket etti. Aşırı derecede yorgun ve uykusuzdum. Dün sabah Abakan’dan saat 06.00’da çok kötü bir otobüsle çıktığım Kızıl yolculuğu 12 saat sürmüş ve otel bulamayınca üç saat sonra aynı otobüsle saat 21.00’de geri dönmek zorunda kalmıştım. Kaldığım üç saat içinde Kızıl’ı adeta koşarak gezdim. Bu gün de yine Abakan’da en az sekiz saat dolaştım ki 66 yaşa göre kendimi fazla zorladığımı düşünüyordum. Bu yüzden tren şehirden çıkınca hemen yatağıma geçip yattım.

Kızıl’da dünya karalarının merkezini gösteren anıt

Fakat her ne kadar “Yorgun ve uykusuzsun, dinlenmelisin, yoksa hastalanır geziyi tamamlayamazsın, yat uyu” diye kendime telkinde bulunduysam da bir yandan da dışarıda içinden geçtiğimiz doğayı merek ediyordum. Nitekim yattığım andan daha on dakika geçmeden kendimi yatakta doğrulmuş pencereden dışarıyı seyreder vaziyette buldum. Biraz sonra da çevrenin cazibesine dayanamayarak yeniden kalkıp bir o pencereden bir karşı pencereden fotoğraf çekmeye başladım. Zaten içinden geçtiğim doğayı seyretmeye ve fotoğraflarını çekmeye başladım mı yorgunluğu falan unutuyordum. Bu şekilde ortalık kararıncaya dek fotoğraf çektim.

İçinden geçtiğimiz Sibirya doğasından bir görüntü

 

Geçip giderken tren hızla, /karışıyor gündüz geceye, Trans-sibirsk demiryolunda. /Oysa penceresinden trenin /tek pencerelik bir dünya /görebildiğim benim.

Saat 10.30’da akşam yemeğini yiyip 11.00’e doğru karanlık basınca da yattım. Kompartımanda dört kişiydik. Benim üstümde Rus bir adam, karşımda 35-40 yaşlarında Rus bir bayan ve onun üstünde de 13 yaşındaki oğlu Teniz vardı. Karşı pencerenin önündeki (koridordaki) iki yatak boş olduğu için iki tarafı da görebiliyordum.

Geçtiğimiz tren istasyonlarından biri (Vakzal)

 

28 Haziran sabahı uyandığımda, saat 06.00’ydı ve tren bir istasyonda duruyordu. Demek ki en az 6 saat uyumuştum ve kendimi çok iyi hissediyordum. Tren 06.30’ da hareket etti. Coğrafya ve doğal bitki örtüsü akşam bıraktığım gibi aynen devam ediyordu. Beynimde atalarımızın çok güzel yerlerde yaşamış olduğu düşüncesi, şimdi yok oluşlarına doğru ilerliyordu. Hemen defteri alıp şunları yazdım.

Gezerken nostalji tadında /Eski Türk topraklarında /Yoktur dostu/Türkün Türk’ten başka /Özdeyişi takıldı kafama.

Siz kandırsanız da kendinizi /“Türk’ün Türk’ten başka /Dostu yoktur” diye /İnandıramazsınız beni. /Sorarım size, kim yıktı /Ve nasıl yıkıldı /Onca Türk devleti?

Çünkü Uygurları, Kırgızlar yıktı. Gaznelileri ve Karahanlıları Selçuklular yıktı. Karakoyunluları, Akkoyunlular; Akkoyunluları Safaviler yıktı. Safavileri ve Memlükleri Osmanlılar; Altınordu’yu Timurlular yıktı. Öyleyse Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur yerine düşmanı yoktur denilse daha doğru olacak, diye düşündüm. Çünkü yıkanlar ve yıkılanlar hepsi de Türk devleti ve onun için Orta Asya’nın eski sahipleri olan Türkler, artık şimdi buralarda bağımsız değil.

 

Her yer orman olunca insan ormanı kanıksıyor.

 

Bunları yazarken sanki görülmesi gerekli çok önemli bir şeyleri kaçırıyormuş gibi bir hisle defteri bırakıp tekrar pencereye gittim. Göz alabildiğine sonsuz bir orman denizinin içinde yol alıyorduk. Arazi genellikle düz ve fakat zaman zaman hafif dalgalanmalar olsa da orman hiç değişmiyordu. Her yerde çok sık ve gür bir orman tabakası vardı. Ve artık ormanı kanıksamaya başladım.

Novokuznetsk’te, Abakan’da, /yolculuğun ikinci sabahında, /Kazakistan çölünde neyse kanıksama, /ormanda aynısını yaşıyorum şu anda. /Çöl gibi kanıksıyor ormanı, insan Sibirya’da.

Teniz çok sempatik bir çocuktu. Benim yarım yamalak İngilizcem onun için yeterli gelmiş olmalı ki bir süre keyifle İngilizce konuştuk. Fakat konuşurken bile bir gözüm dışarıda, geçtiğimiz bu doğa harikası yerleri yer yutarcasına beynime nakşederken, insanlar trende genellikle bulmaca dolduruyor, kağıt oynuyorlar. Ve kimisi de sürekli uyuyordu. Bu yüzden benim oradan oraya koşuşturarak resim çekmem hemen fark ediliyor ve insanlar büyük bir nehir veya önemli bir yere geldiğimizde fotoğrafını çekmem için beni uyarıyordu.

 

Sık sık deniz gibi büyük nehirlerin üstünden geçiyorduk

Agu nehrini bu şekilde Teniz dahil birkaç kişi haber verdi. Agu durgun bir göl gibi geniş bir yatağa dağılmış hiç acele etmeden ağır ağır akıyordu.

Nehri geçtikten bir süre sonra 08.20’de Agu istasyonuna, saat 12.45’te de Teyşıt’a geldik. Üstümde yatan adam burada indi ve yerine Dıva bir bayan geldi.

Coğrafya ve manzara hiç değişmeden devam ediyordu. Her yer muhteşem bir orman okyanusu ve hepsinin fotoğrafını çekmek istiyordum. Fakat çektiklerime bakınca çoğunun hemen hemen aynı olduğunu ve fotoğraf makinesinin bataryasının bitmek üzere olduğunu görünce biraz ara verip yatıp dinlendim.

 

Yol boyunda bir mezarlık

 

Yeniden kalkıp pencereye geldiğimde solumuzda bir mezarlık vardı ve hemen çektim. Ama sonra da belli belirsiz bir pişmanlıkla, “Niye çektim ki? Her şeyi çekmemeliyim” diye düşündüm.

Fakat bir anda aklıma sürgünler, çalışma kampları geldi ve “İyi ki çektim” dedim. Çünkü burada yatan insanlar kim bilir nerelerden gelmiştir. Çalışma kampına gelenlerin geri döneninin olmadığı biliniyor. Sürgünlerin de sağ gelebilenlerinin fazla yaşadığını düşünmüyorum. Bu mezarlıkta yatanların yüzde doksanı bu coğrafyanın insanı değildir, düşüncesi Ahiska ve Kırım sürgünlerini anımsattı. Stalin döneminde ölen milyonlarca insan sanki bu küçük mezarlıkta yatıyormuş gibi hislerle İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında dolaştı bir süre düşüncelerim.

Sibirya’da bir köy

 

Saat 17.00’de Novonijdinks’te inip bir şişe su aldım. Tren büyük istasyonlarda 20-30 dakika duruyor ve bu uzun duruşlarda askerler topluca inip sigara içiyorlardı. Askerler inince trenin uzunca kalınacağını anlayıp ben de iniyordum. Zaten bizim vagonun baştan iki kompartımanı sivil gerisi askerdi. Asker sevkiyatı vardı ve çoğunluğu Dıva olan bu çocuklar Abakan’da bizimle bindiler bu trene ve İrkutsk’a kadar da gittiler.

Bu kez de askerlik üzerine düşüncelere daldım. Yaşanan dünyanın en şerefli ve en saygın mesleklerinin başında gelen askerlik tabulaştırılıp kutsallaştırılmasına karşın bana hep soğuk ve korkunç gelmiş, kafamda insan öldürme sanatı olarak yer etmiştir. Askerlik genlerine girmiş ya dünya devletler sisteminin, arkada kalanların içi burkulsa da gençler doğal bir göreve gider gibi bir kanıksanmışlıkla, bol bol sigara içiyorlardı. Vagonun başında ve sonunda bulunan bu sigara içme yerlerinin penceresi açık olduğu için aslında buradan daha net fotoğraf çekebilecektim, ama buralara dumandan girilmiyordu.

Ormanda açılan tarım alanları

 

Saat 17.40’ta geldiğimiz Tulun, büyükçe bir şehir görünümündeydi. Burada da yük katarlarının geçmesini bekledik ve epeyce kaldık. İnip biraz yürüdüm. İstasyonlarda peronlarda bulunan yük katarları genellikle şehrin görülmesini engelliyor ve bunların uzunluğu bir kilometreyi buluyordu.

Bu yüzden şehri göremiyordum. Birkaç katar belli aralıklarla durmuşlarsa birkaç kilometre görüş alanını kapatıyor. Fotoğraf çekemediğim böyle durumlarda ben kompartımanda yerime oturup notlar alıyorum, adam bulmaca dolduruyor, Teniz müzik dinliyor, annesi kitap okuyordu.

Tulun’un çıkışında büyük bir nehir ve hemen sonra başka bir şehirden geçtik. Bazı yerlerde ormanlar yakılarak çok büyük tarım alanları açılmış, buğday, pancar patates gibi bitkilerin plantasyon tarımı yapılıyordu.

Sibirya orman, su, nehir .

 

Tren bazen küçük yerleşimlerin kıyısından geçiyor. Buralarda küçük köylerin küçük ev bahçelerinde Güneşten faydalanmak için insanlar şortla çalışıyorlardı. İçinden geçtiğimiz ormanlar kadar tarım alanları da birbirini izledikçe küresel ısınma geliyor aklıma. Devletlerin umurunda değil, herkes çıkarının peşinde ve işte yine not aldığım defter elimde.

Köşe dönmek amacı herkesin /Umurunda değil doğa kimsenin /Fakat Hiçbir şey sonsuz değildir dünyada /Gün gelir bedelini ödersin /Bunu herkes bilsin.

Köylerde küçük ev bahçeleri

Saat 22.00’de güneş batınca yattım. Kahveyi fazla kaçırmış olmalıyım ki uzun süre uyuyamadım. Trende tek lüksümüz istediğimiz kadar çay kahve içebiliyoruz. Erzak çantamda neskafe ve çay poşetleriyle bir de fincanım var. Trende de 24 saat sıcak su bulunuyor. Onun için sıkıldıkça çay kahve içiyoruz.

Saat 23.00’te Zima istasyonunda inip biraz dolaştıktan sonra 24.00’e doğru tekrar yattım. Sabah 05.00’te İrkutsk’a vardık. Teniz ve anası Angarsk’ta inmişlerdi. Uyuduğum için vedalaşamadık.

Vakit çok erken olduğu için istasyonda saat 07.30’a kadar bekledikten sonra bir otel aramak için kalkıp dışarı çıktım. Görevliye sordum hemen karşıda Bittim Otel var dedi. Yazısı da görünüyordu zaten. Doğruca otele gittim.

Ekşiyen yüzleriyle iki genç bayan kabul etmemek için her türlü zorluğu çıkardılarsa da 2000 Rubleye bir oda almayı başardım. Aslında müthiş bir kazıktı. Çünkü odada yataktan başka hiçbir şey yoktu. Kattaki tüm odalar için koridorun sonunda tek bir tuvalet ve tek bir duş vardı. Ne buzdolabı ne klima ne sabun, kağıt vs hiçbir şey yok, ama fiyat 2000 Rupleydi. Fakat taksiyle şehirde otel aramak ve hele Kızıl’da yaşadıklarımdan sonra beni iyice yıldırmıştı. Bir gün kalıp yarın gidecektim. Otel arayarak zaman kaybetme. Bir gün idare et ve belki şehir içindekiler daha da kazık olabilir, diye düşündüm.

İrkutsk tren istasyonu (Vakzal) işlek bir hava limanı gibi

Bundan sonra da artık otelleri mümkün olduğu kadar devreden çıkarmaya çalıştım. Geceleri trenlerde geçirmeye çalışacaktım. Örneğin iki gün gezmeyi düşündüğüm bir şehre sabah erken varıp akşama kadar gezeceğim. Otelde bir gece kalıp ertesi gün akşama kadar da gezip geceyi trende geçireceğim. Trende yol parası genelde otel parasından daha az oluyor ya da aynı parayla hem yol hem otel parası karşılanmış oluyordu. Bu yüzden Novosibirsk, Omsk ve Kazan dışında gideceğim şehirleri bir gece olarak planlamayı kararlaştırdım,

İrkutsk’ta Angara Nehri deniz gibi içinde adalar, limanlar var

Gezi yazılarımda hep bu fiyatları yazıyorum ki gezmek için illa da zengin olmak gerekmez. Benim gibi alt gelir gurubunda bir emekli öğretmen de hesaplı ve dikkatli davranarak dünyayı gezebilir. Benim gezilerimde oteller ayırtılıp yol biletleri önceden alınmaz, rehber bulunmaz. Genellikle o ülke insanlarının da bulunacağı ucuz ve temiz otelleri tercih ederim. Hatta İran’da geçen 70 günlük gezimde genellikle hep misafirhanelerde kaldım.

Geziyi keyif, eğlence ve alışveriş olarak düşünenler elbette sınırsız para harcayabilir. Onlar için yemek, eğlence ve lüks önemlidir. Ama amacı araştırmak, karşılaştırmak ve dünyayı anlamaya çalışmak olanlar, zengin de değillerse hesaplı davranmak, çok yürümek ve mızmızlanmadan bulduğuyla yetinmek zorundadır.

İrkutsk kent planı

Çünkü benim yaptığım gezi keyif gezisi değil, ciddi bir iştir. Hatta ağır işçiliktir. Onun için benim gezi yazılarımda yemekler, alışveriş, bar pavyon gece hayatı yoktur. Elbette olsa daha iyi olabilir ve olanları yadırgamıyorum. Ama o paraya dayalı eğlenme ve dinlenme gezisidir. Bu ise dünyayı tanıma, bilgi ve merak ihtiyacından doğan yorucu bir orta tabaka gezidir.

Bir şehri gerçek anlamda tanımak için yürüyerek gezmeniz gerekir. Ayrıca rehbersiz gezeceğiniz için yola çıkmadan gezeceğiniz gün kadar hazırlık yapmanız, hatta gezeceğiniz yerleri uydu görüntülerinden incelemeniz gerekir ki o şehre gittiğiniz zaman ne aradığınızı bilesiniz. Fakat on kilometreyi geçen mesafelerde veya Baykal Gölü gibi şehir dışındaki kırsal bölgelere gitmek için taksi ve otobüslerden yararlanmak zorunludur. Ama sonuçta her gezi insanı günceller, yeniler ve ufkunu açar.

ÖNCE BAYKAL GÖLÜ

İrkutsk’ta gezmeden önce Baykal Gölüne gidip gelmeye karar verdim. Bu yüzden şimdi burada otelle uğraşmak yerine bir an evvel Baykal’ı görmek istiyordum. Otelde basit bir kahvaltıdan sonra vakzalın (İstasyonun) önündeki taksilerin yanına geldim. “Baykal” dedim. 4000 Ruple istedi.

İrkutsk Oblastının haritası

“Bu adam aklını yemiş” deyip bir kaçına daha sordum, fakat 100 dolardan aşağı isteyen yoktu. Çünkü meğer Baykal buraya 70 kilometreymiş. Ben İrkutsk’un Baykal’a 5-10 km mesafede olduğunu düşünüyordum.

Durdum, düşündüm… Yüz dolar veremezdim ve mutlaka başka bir yolu olmalıydı. Taksiciye “Avtovakzaldan (otogardan) Baykal’a otobüs var mı” dedim; “Var” dedi. Avtovakzala götür beni deyince de 300 Ruple istedi. Şu ana kadar Rusya’da hiç bunun yarısı kadar bile taksi parası vermemiştim. Karşıdan gelmekte olan belediye otobüsüne doğru yürüdüm… Durdu… Siti sentır dedim… “Siti sentır” dedi. Bindim 12 rupleydi…

Şoföre şehir merkezinde indirmesini anlatmaya çalışırken, ağzımdan kaçan Türkçe sözcüklerden yakalamış olmalı ki şoför: “Sen Türk müsün?” dedi. “Evet ya sen?” Ben Azeri’yim” dedi.

 

Azeri, otobüs şoförü

Türkçesi de bir Azeri’ye göre çok iyiydi. “Hay Allah razı olsun. Seni Allah mı gönderdi kardeşim. Tam da şu anda Türkçe danışabileceğim bir adama ihtiyacım vardı” dedim.

Baykal’a gitmek için avtovakzalda araba bulup bulamayacağımı, avtovakzala hangi otobüsle gidebileceğimi, dönüşte tren vakzalına dönen otobüsün numarasına dek hepsini sordum ve yanıtlarını aldım. Hatta nehir vakzalının (liman) yerini bile tarif etti.

“Onbeş senedir İrkutsk’tayım Baykal’ı ben de görmedim. Bu gün izinli olsam seninle giderdim” dedi. Sonra da “Ben avtovaksala yakın bir yerden geçiyorum. Seni orada indiririm, iki yüz metre yürüdün mü avtovakzala varırsın” dedi.

Baykal yolu boyunca sık orman tabakası

 

Şoförün dediği gibi yaptım. Avtovakzalın (otogar) önünde minibüsler dolup dolup gidiyordu Baykal’a. Bir minibüse bindim, on dakika bile beklemeden doldu ve kalktı. Bir saat kadar süren bir yolculukla Baykal’a geldik. İrkutsk Baykal arası arazi bayağı engebeliydi. Ama müthiş bir orman tabakasıyla örtülüydü. Daha doğrusu Rusya’ya girdiğim 22 Haziran gününden buyana orman çok az bir bölüm hariç, gittiğim her yerde kesintisiz devam ediyordu.

Baykal gölünü İrkutsk’a bağlayan Angara Nehri sağımızda yer yer ormanın arasından görünüyordu Nehirden çok, Baykal Gölünün İrkutsk tarafına sokulmuş bir koyu, körfezi gibiydi. Çoğu yerde genişliği birkaç kilometreye kadar açılıyordu.

 

Baykal Gölü Haritası.

 

Baykal’ı sağımıza alarak bir süre daha ilerledikten sonra buradaki bir yerleşime geldik. Gölün kenarında limanın önünde iner inmez tekneciler, tekne turu teklif ettiler. Ben “Önce biraz burada gezeceğim” dedim. Buradan Baykal, ucu bucağı olmayan büyük bir deniz gibi görünüyor. Zaten kimse de göl demiyor. Baykal denizi diyorlar. Antalya’da denize baktığınız zaman nasıl ki deniz ufuk çizgisinde kayboluyorsa burada da Baykal ufuk çizgisinde kayboluyor, karşıda bir şey görünmüyordu. Ancak geldiğimiz yönde nehrin Baykal ile birleşme noktasında dağlar görünüyordu.

Baykal Gölü

 

Türklerin eski anayurdu olan bölgede gölün adı da Saha Türkçesinde deniz, su bolluğu, büyük deniz, zengin deniz anlamlarına gelen baygal, baaygal veya bayagal sözcüğünden geldiği söylenmektedir. Deniz seviyesinden 462 metre yükseklikteki gölün en derin yeri 1741 metre olup bunun 1286 metresi deniz seviyesinin altında kaldığı için dünyanın en derin gölüdür. Tektonik bir kırılma ile oluşan bu derin çukurluktaki göl, 32 bin kilometreye yakın alanıyla Belçika devleti büyüklüğünde olup Marmara Denizinin de üç katına yakındır. En büyüğü Olhon adası olmak üzere gölde 18 ada vardır.

Baykal gölünün çok geniş bir su toplama havzası olup göle dökülen 336 akarsu ile beslenmektedir. Bunların en büyüğü yukarı Angara ve Selenga ırmaklarıdır. Bu yüzden Baykal Gölü, dünyanın en büyük tatlı su deposu olup dünyadaki tatlı suların %20’sine sahiptir. Göl bu suların fazlasını Yenisey Nehrinin sol kolu olan Angara Nehriyle boşaltmaktadır.

Aynı zamanda göl suları çok da bereketli olup gölde 1700 çeşit hayvan ve bitki yaşamaktadır ki bunlardan 1083 çeşidi sadece Baykal Gölüne özgü olup dünyanın başka yerlerinde bulunmayan canlılardır. Göl balıkçılık açısından da önemli olup yılda yarısı alabalık olmak üzere yüz bin ton balık avlanmaktadır. Buradaki küçük çarşıda da en çok kurutulmuş balık satılmaktadır.

Gölün batısında dağ sıraları

Göl aynı zamanda iyi bir ulaşım yolu olup yazın gemiler ve sallar ile ulaşım sağlanıyor. Aralık sonlarına doğru donan gölde kışın buz kalınlığı bir metreyi geçtiği için ulaşım, buzların üstünde devam etmektedir. Çünkü mayıs ayı başına dek gölün üstünden taşıtlar geçebilmektedir.

Batı taraf dağlıktı. Dağlar gür bir orman tabakasıyla kaplı olup, dik ve yüksekti. Kıyı şeridi de çok dar olup, kimi yerde ancak bir yol geçecek kadar daralıyordu. Fakat vadi ağızlarında genişleyerek bulunduğumuz yerleşim benzeri küçük kasabaların oluşumuna olanak sağlıyordu.

Buradaki sahilde ileri geri biraz yürüdükten sonra kurutulmuş balık ve hediyelik eşya satan çarşıyı dolaştım. Fotoğraflarını çektim. Fotoğraf makinesi de arızalandı. Biraz tamiratla güç de olsa çalışır hale getirdim.

Çarşıda en çok Baykal’dan çıkan kurutulmuş balık satılıyor.

Çarşıda esmer bir Asyalıya ”Sen Dıva’mısın” dedim Tacik’im dedi. Türküm deyince de “Müslüman gardaş” dedi. Pilav ikram etmek istedi. Biraz dolaşacağım. Burada Türk var mı dedim. “Özbekler vardır” dedi. Çarşıda en çok kurutulmuş balık ve hediyelik eşya satılmakta olup satıcıların tamamına yakını bayandı..

Yolun altında, sahildeki küçük kabinlerde insanlar yemek yiyip, çalan yüksek sesli müziğe uyarak sallanıp yaşamdan keyif almaya çalışıyordu. İnsanlar baharın ve güneşin keyfine varmak, beyaz buzlu günlerin acısını biraz çıkarmak istiyordu sanki. Ya da başka bir deyişle bu insanların hemen hepsinin yüzünde bir bayram sevincinin mutluluğunu okumak mümkündü. Ve yine bu mutluluğu her tarafından yakalamak ister gibiydiler. Mümkün olduğu kadar açık giyinmişler güneşten istifade etmeye çalışıyorlardı. Oysa soğuk göl suları çevresinin iklimini de etkilediğinden burada sıcaklık İrkutsk’tan düşük oluyordu Ayrıca sabah hava daha serin ve tam ısınmamıştı.

Pilav ve şiş satan Özbekler

Turist gurubundaki yaşlı turistlere genç bir rehber bilgiçlik taslayan ve onların bu bilgiler karşısında hayrete düşmesini bekleyen bir ruh haletiyle bir şeyler anlatıyordu. Kimileri motorla Baykal turuna katılıyordu.

Sahilde yine Tacik’in pilavından bir kazan pilavla, kuşbaşı şiş yapan iki kişiye yanaşıp, “Türk müsünüz” dedim. “Özbekiz” dediler. Çünkü Ruslar ve beyaz Avrupalılarla Asyalılar çok belirgin biçimde belli oluyordu. Ve bütün orta Asya’da Asyalılar azınlıktaydı. Biraz konuştum, Türkçeleri Kazak ve Kırgızlardan daha iyiydi. Bana güzel bir şiş yapın, iyice pişsin, dedim. Ketçap, mayonez bir şey koymayın, dedim. Biraz sonra sadece şişi getirdi. Ekmekle soğanı da koymamıştı. Sonra ekmeği getirdi. Bir dilim ekmek. Başka bir şey yoktu.

Göl kıyısındaki kasabadan bir görüntü

Lavabo yok. Millet eti eliyle yiyip, kağıda silip geçiyordu. “Müslümanlıkta böyle şey olmaz” dedim. Lavabo olmasa da bana özel olarak bir şişe su getirip elimi yıkamama yardımcı oldular. Fotoğraflarını çekip ayrıldım. Baykal kıyısında bir süre daha dolaşıp geri döndüm.

İRKUTSK

İrkutsk deniz seviyesinden 435 metre yükseklikte, Angara Nehrinin içindeki mavi sular ve nehrin iki tarafındaki geniş düzlüklerdeki yeşillikler içine yayılmış çok güzel bir şehir. Aynı zamanda İrkutsk Oblastının yönetim merkezi.

Oblast, Rusya Federasyonunda eyalet benzeri bir yönetim birimi olup İrkutsk Oblastının alanı Türkiye’nin alanına yakın büyüklüktedir. Oblast nüfusu ise iki buçuk milyon olup bunun dörtte birine yakını (600 bini) İrkutsk kent merkezinde yaşamaktadır.

İrkutsk’ta Angara Nehri şehri ikiye bölüyor

 

İrkutsk’u görünce bende bıraktığı ilk intiba, ilginç ve büyüleyici derecede bir güzellik oldu diyebilirim. İrkutsk’tan Novosibirsk’e aynı kompartımanda yolculuk yaptığımız lise öğrencisi Goş, Dünyanın en güzel yeri İrkutsk’tur, diyordu. Önce acaba başka yerleri de gördü mü diye düşünmüştüm. Ama Goş, o anda annesiyle Karadeniz kıyılarındaki asıl ata memleketleri olan Anar’a gidiyorlardı. Dedesi 1944 sürgününden sonra Anar’ı bir daha göremese de Goş’un bu ikinci gidişiymiş Anar’a. Yani İrkutsk’tan Anar’a bir haftayı aşan bir yolculuk sırasında çok güzel şehirlerden geçtiği halde yine de İrkutsk en güzeli diyordu.

Bence de İrkutsk çok güzel bir şehirdi. Suların, ormanların ve trenlerin şehri... Buradan Novosibirsk’e gitmek için bilet baktığımda, gelen giden trenleri gösteren ekranda, her bir saatte, batı yönünde hareket eden en az bir tren vardı. Bunun doğuya gidenlerini de hesap ederseniz günde 40-50 civarında bir yolcu treninin bu istasyondan geçtiği anlaşılıyordu. Zaten İrkutsk tren istasyonu, temmuzda Antalya hava limanının dış hatlar terminali gibiydi.

Gemiler ve trenler Sibirya’dan kereste ve maden taşıyor

 

Ama bu yolların asıl trenleri yük katarlarıydı. Her istasyonda yol bekleyen bir sürü yük katarı vardı. Bir istasyona vardığınızda uzunluğu kilometreyi bulan yük katarlarından üç beş tane sağınızda bir o kadar da solunuzda varsa şehri görmeniz olanaksızlaşıyordu.

Çünkü Sibirya bol sütlü bir sağlım inek ve bu yük katarlarıyla gemiler de onun sütünü batıya akıtan damarlar, hortumlar, borulardı. Milyonlarca insan geceli gündüzlü sürekli çalışıyor, ormanları sürekli kesiyor, fabrikalar bunları kabaca işleyip vagonlara yüklüyor, madenler çıkarılıyor gemilere ve trenlere yüklenip batıya gönderiliyor veya batıya gönderilmek üzere nehir limanlarına taşınıyor.

Sibirya’nın Nehirleri yazın gemi kışın kızak yolu

 

Sibirya’nın nehirleri de Sibirya’nın sömürülmesine büyük hizmet veriyor. Denizden binlerce kilometre içerdeki bu nehir limanlarında gemiler 6 ay Sibirya’nın zenginliklerini batıya taşıyor. Kışın buz tutunca da kızaklarla nehirler üzerinden ulaşım sağlanıyor. Zaten Sibirya’da karayolları tren istasyonlarına ve nehir limanlarına ulaşmak için olup asıl ulaşım suyolu, demiryolu ve hava yoluyla yapılmaktadır. İşte İrkutsk bu üç ulaşım işlevini birlikte karşılayan bir merkezdi.

İrkutsk Baykal tarafından bir görüntü

Baykal’dan dönüşte saat 13.00’ten 21.30’a kadar sekiz saat İrkutsk merkezinde dolaştım. Hiçbir şeye ve hiç bir yere dikkat etmeden tam anlamıyla rastgele dolaştım. Aslında iki ay önce yola çıkmadan İrkutsk’da nereleri gezeceğim, neleri göreceğim diye bir plan yapmıştım. Ama otelde sırt çantamda kalmıştı.

Bir bakıma iyi de oldu diye düşündüm. Çünkü planlı gezide planladığın noktalara kilitleniyor ve çevrendeki birçok şey kaçırılıyor ve bütünlük bozuluyordu. Onun için bugün sekiz saat Angara Nehrinin Baykal tarafında yarın da karşıda, istasyon tarafında dolaşacaktım. Akşamın olduğu yerde bir taksi bulup otele götürmesini isteyecektim.

Tarihi dört asra yaklaşan kent, Angara Nehri kenarında kışlık bir karargâh olarak 1652 yılında kurulmuş ve 1686 yılında şehir statüsüne kavuşmuş. Her ne kadar Güney Sibirya ana yolunun denetimi için kurulmuşsa da o yıllarda altın ve kürk ticaretinin merkezi olarak önem kazanmış, 1800’lerin başında sürgünlerle nüfuslanıp gelişmiş, 1898’de Trans Sibirya demir yolunun buradan geçmesiyle önemi ve nüfusu artmıştır.

Özbekistan’dan getirdiği tohum ve fidanları satan adam

Şehir gezime önce merkezde çarşıların olduğu yerlerde dolaşarak başladım. Gezerken fotoğraf makinesi için, bir ara kablo baktım. Ara kablosunu bulamadım, ama dükkan ve mağazalar hakkında bir fikir edindim diyebilirim. Her ne kadar küresel sermayenin her çeşit malı satan devasa AVM’leri buralara dek gelmişse de yerel özellikli dükkanlar küçük ve belli bir malın ticaretini yapıyordu. Bu biçimde her tür malın ayrı satıcılar tarafından satıldığı uzun çarşılar vardı. Caddelerde de meyve sebze pazarlarıyla, çiçek fidesi ve fidan pazarları vardı. En çok da dikkatimi bu çiçek ve fidan pazarları çekti.

Hani Sibirya’da çiçek mi olur? Sebze meyve fidanı mı olur demeyin. Burada karşılaştığım Özbek satıcı, bu elma ve armut fidanlarını Özbekistan’dan getiriyorum dedi. “Peki bu iklimde oluyor mu” dedim.

“Oluyor, ama meyveleri biraz daha küçük oluyor” dedi. Çelikten çok sayıda ve çok değişik güller üretmişti. Ve yine mersin’e benzer buraya özgü bir meyvenin fidanlarını satıyordu. Çok değişik bir sarımsağın da sadece yapraklarını satıyordu.

İrkutsk pazarında Ruple olarak fiyatlar (1 USD=32 Ruple)

Pazarda dikkat ettim, satıcılar hep Asyalılardı. Ruslar ve beyaz Avrupalılar genelde müşteriydi. Birkaç tane daha, Tacik, Özbek ve Azeri satıcı ile karşılaştım. Moğol olanlar da çoktu. Ama genel nüfusun büyük çoğunluğu Rus idi. Kiliselerin çokluğu da bunu gösteriyordu. Fakat İrkutsk geçmiş dönemlerin en önemli sürgün yerlerinden birisi olduğu için oldukça kozmopolit bir nüfus yapısına sahip olup 120’den fazla etnik kökene ait insanlar bir arada yaşamakta ve hepsi de Rusça ile anlaşmaktadır.

Belki de Rusçadan sonra buradaki insanlarla anlaşabileceğiniz ikinci veya üçüncü dil Türkçe olabilir diye düşünüyorum. Çünkü burada Özbek, Azeri, Kazak, Tıva, Tatar ve Kafkaslardan, Kırımdan sürgün edilmiş bazı Türk boylarından çok sayıda Türk kökenli insan bulmak da olanaklıydı.

İrkutsk’ta bir park

Pazardan çıktıktan sonra arabaların çokça geldiği hafif yokuş bir yola doğru yürüdüm. Bu cadde ilerde daha işlek ve daha gelişik caddelere götürdü beni.

Şehrin nüfusu yapısı gibi mimarisi de kozmopolit bir görünüm sergiliyordu. Çarlık döneminin görkemli kiliseleri, sürgünler döneminin estetik değeri yüksek yapıları, Sovyet döneminin devasa hantal binaları, aralara serpiştirilmiş ahşap işçiliğinin harikası yapılar ağaçlı geniş yolların kenarında boy gösteriyordu.

Parklar, anıt ve heykellerle sokaklardaki çiçeklendirme çalışmaları da kente ayrı bir hava veriyordu. Hiç bir şeyi kaçırmamaya çalışarak dolaşırken insanların yüzündeki ifadeyi de yakalamaya çalışıyorum. Önyargılarımızda dünyanın yaşama hiç de uygun olmayan, en zorlu yaşam koşullarına sahip yeri olarak kazınmış ya kafalarımıza, onun için burada insanların mutsuz olması beklentisi içindeydim. Ama hiç de öyle değildi. Parklarda ve sokaklarda insanların yüzünü inceleyerek ilerlerken, insanların genelde mutlu olduğuna tanık oluyordum.

İrkutsk şehir içinden bir görüntü

Önyargılarımı aştıktan sonra sordum kendime: “Neden mutlu olmasınlar ki? Kışını bilmem ama şu anda şehir Antalya’dan farksız ve mimarisi, şehir planı ve kentleşmesiyle de Antalya’dan çok daha iyi. Ayrıca deniz kenarındaki Antalya, bir deniz kentinden çok bir bozkır kenti havasındayken İrkutsk tam anlamıyla bir deniz kenti görünümündeydi. Çünkü Antalya denizi hemen hiç kullanılmazken burada limanlar gemilerle doluydu. Ve ben Antalya Limanında hiç bu kadar çok gemili bir arada görmemiştim.

Yani İrkutsk, Sibirya ve Trans Sibirya demiryolunun merkezinde çok önemli bir durak olmasının ötesinde, yeşil doğası, ilginç mimarisi ve Angara Nehrinin adaları koyları limanlarıyla bir deniz kentinin tüm özellik ve güzelliklerini taşıdığı için aynı zamanda önemli bir turizm merkeziydi. Ayrıca çok önemli turistik bir merkez olan Baykal Gölü de 63 km güneyinde bulunduğu için, Baykal, İrkutsk’un turistik değerini ikiye katlıyordu.

Caddelerde bazen böylesi güzel ahşap binalara rastlıyorum.

Buralardaki cadde ve sokakların resimlerini çekerek ilerlerken öyle bir yere geldim ki tepeden aşağı hafif bir eğimle inen genişçe bir alanın sonu nehirde bitiyordu. Ve şehrin bu bölümünde çok miktarda yeni bina yapılmıştı. Nehir kenarındaki doldurmalar ve düzenlemeler ise hala devam ediyordu.

Nehir kenarındaki bu yapılarda estetik değil işlev ön planda

Angara Nehiri aslında kocaman bir göldü ve içinde kocaman adalar vardı. İlerde vinçler görünüyordu. İrkutsk Limanı olmalı dedim. Gölün daraldığı bir yerde boğaz köprüsü gibi bir köprü. Onun altında çok daha yüksek bir köprü ve bu yol da köprü seviyesinin altında devam ediyordu. Buraya inersem tekrar geri çıkamam diye önce inmek istemediysem de suyun cazibesine dayanamayıp oralarda bir taksi bulurum düşüncesiyle nehir kenarına indim.

Büyük yeşil parkların arasından kıyıya inince burada dolgu ve inşaat çalışmalarını, kıyıda piknik yapanları, balık tutanları, gölün içindeki adaları izleyip fotoğrafladım. Saat 21 olmuştu. Otelden ne kadar uzaklaştım ve nereye geldim bilmiyordum. Ama bana en yakın köprü tarafıydı ve iki kilometre kadardı. Oraya yürüdüm.

Angara Nehrinin içindeki bir adada piknik yapanlar.

Bu çok işlek ve çok uzun bir köprüydü. Nereden baksan üç dört kilometre vardı uzunluğu. Oraya varınca genç bir çifte, nerede taksi bulabileceğimi sordum. Köprü tarafında yolu gösterdiler. Birlikte gittik. Ama taksi bulamadık. Bunun üzerine genç telefon ederek bir arkadaşını çağırdı. O beni otele getirdi.

Ertesi sabah oteldeki ekşi suratlı kızlar sabahın 07.00’sinde otelden çık diye kapıma dayandılar. Dün anahtarı vermediğim için bana zıtlaşmışlardı. 09.30’da otelden çıkıp vakzala geldim. Bunda da vardır bir hayır misali bu durum benim için hayırlı oldu ve İrkutsk ile ilgili yazıları 12.00’ye kadar yazıp bitirdim. Sırt çantamı emanete bırakarak yedi saat kadar da kentin vakzaldan tarafını gezdim.

Kentin bu yakası da dün gezmiş olduğum Baykal Gölünden tarafı kadar güzeldi. Geniş caddeleri, kozmopolit yapıları ve insanlarıyla üzerimde olumlu etkiler oluşturdu diyebilirim. Sibirya’nın Paris’i benzetmesini hak ettiğini, hatta İrkutsk’un Angara ile özdeşleşmesi, Paris’in Sen Nehri ile özdeşleşmesinin ötesinde Angara ile bütünleşmişti.

Şehir içinde bir cadde

İrkutsk’un gelişmesi, güzelleşmesi ve Sibirya’nın Paris’i olarak anılmasına neden olan mevcut şehir planı ve mimari özelliklerini kazanmasında hiç şüphesiz en büyük pay sürgünlerindi. Çarlık Rusya’sında 1. Nikolay’ın, abisi Kostantin’in yerine tahta geçmesi üzerine 26 Aralık 1825’te meydana gelen askeri ayaklanmaya (Aralıkçılar ayaklanmasına) katılan 3000 kadar subay ile bunları destekleyen sanatçı ve aydınlar İrkutsk’a sürülür. Bir ara kent nüfusunun üçte birinin sürgünlerden oluştuğu söylenmektedir. İste bu sürgün subay, aydın ve sanatçılar, İrkutsk’un çok güzel bir kent olarak gelişmesini sağlamış.

Fakat ne yazık ki bu güzel kentten ayrılma zamanım gelmişti. Saat 20.00’de Kızılyar’a (Krasnoyarsk’a) gitmek üzere yola çıktım. İki aydır trenlerde yolculuğa o denli alışmışım ki İrkutsk’ta geçirdiğim iki günden sonra sanki evime gelmiş gibi oldum.

Şimdi Trans-Sibirya treninin /Ekonomik sınıf kompartımanında /Yeni yol arkadaşlarımla /Yeni bir yolun başında buluyorum kendimi /Yıl 24 saat yollarda /Trans-Sibirsk trenleri gibi /Durduğum anda /Yaşam bitecek sanki.